9 Aralık 2022 Cuma
hamtunay - YAŞAM - ŞİİR - GERÇEK- GÜNLÜK BİLGİ: Eski Türk Yazıtı
hamtunay - YAŞAM - ŞİİR - GERÇEK- GÜNLÜK BİLGİ: Eski Türk Yazıtı: Pagan dönemi eski bir Türk yazıtında şöyle yazar; Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer, Karga yaşlı annesini besler; Bunun adı ...
GİTTİ
SANDALCI...
Geçmiş zamanın birinde alimin biri, boğazın öbür yakasına geçmek için bir sandalcının yanına gelerek ona sorar:
– Karşıya geçirmek için ne kadar
para alıyorsun?
– Garşuya bir liraya geçürüm efendü.
Alim, sandalcının bu bozuk Türkçe ile verdiği cevabı pek beğenmez ama sandala biner.
– Bu ne biçim konuşma böyle? Yoksa sen dil bilgisi bilmiyor musun?
– Yok ağam, güççükken haytalık ettük, okuyamaduk!
– Yazık sana! Desene gitti hayatın dörtte biri!
Bir müddet gittikten sonra alim tekrar sorar:
– Allah bilir şimdi sen, matematik de bilmezsin!
– Yok beğüm! Onu da bilmem! Dedik ya, güççükken haylazluktan okula gidemedük!
– Tüh yazık, yazık! Hayatının dörtte biri daha boşa gitti!
Bir müddet daha yol aldıktan sonra alim, tekrar sorar:
– Sakın tarih, coğrafya filanda bilmem deme!
– Belki hayatımın dörtte birü daha boşa getti; ama o dediklerini de bilmem efendü, vaktinde öğrenemedük işte!
– İyi de sandalcı! Dil bilgisi bilmezsin; matematik, tarih ve coğrafyadan da anlamazsın ; sen ne diye yaşarsın?.
Bu arada hava bozulmaktadır.
Sandalcı büyük bir fırtınanın geleceğini anlar.
Alime sorar:
– Efendü, yüzme bilüsünüz deel mi?
Alim, sandalcının bu sorusundan endişeye düşer ve bir korkudur başlar.
Sandalcıya yalvaran gözlerle cevap verir:
– Sandalcı ağa! Ben yüzme bilmiyorum! Çocukluktan beri o ilmi öğren, bu ilmi öğren derken yüzme öğrenmeye fırsat bulamadım.
– Ahaa..!
N’apcan şimdi..!
Şimdiden başla dua etmeye.! Çünkü gettü hayatunun dörtte dördü..!
*''Bildikleriyle övünen insan, bilmediklerinden dolayı dövünmeyi de hak eder...”*
Alıntı
hamtunay@blogspot.com
30 Kasım 2022 Çarşamba
İSİM ANLAM YANLIŞLIĞI
''Sanem'' arapçada put demektir, ''Necla'' da şaşı demek mesela... ''Gülsüm'' ise gariban, zavallı kimsesiz kişi, Cennet bahçesi olarak bilinen ''İrem'' ise Allah'ın gazabına uğrayan sahte cennettir!!! ''Aleyna'' mesela, yine sıkça kız çocuklarımıza koyduğumuz bir isimdir ama onun da anlamı ''üstümüze bela, sıkıntı aksın'' demektir. Ve yine mesela ''Kezban'' ismi Kur'an'da geçiyor diye kızlarımıza veriyoruz ama aslen Kezban yalancı demektir. Çocuğa bu ismi koyarsanız, 'yalancı, yalancı' diye çağırmış oluyorsunuz!!!
Hele hele, Bekir, yahu deve yavrusu' demektir. (Bu arada Hz. Ebubekir'in ismi Abdullah'tır, Ebubekir lakabıdır, bunu karıştırıp mevzuyu sulandırmaya, çarpıtmaya ya da traşlamaya kalkmayalım size zahmet!!!)
Rümeysa mesela ''gözü çapaklı kadın'' demektir 😁
Ve yine mesela çocuklarına ''saniye'', ''rabia'', ''selase'' ''vahide'' gibi anlamlı ve kutsal isim koyduklarını zannedenler aslında onlara numara verdiklerinden bihaber! Vahide dediğinde birinci, saniye dediğinde ikinci, selase üçüncü rabia dediğinde de dördüncü demek oluyor ve mübareklikle falan da asla alakası yok... Çünkü Arap kültüründe, kız çocukları insandan sayılmadığı için, kızı olanlar onlara isim vermez numara verirlerdi, mevzu bundan ibaret! Kısacası örnekler tonla ama buraya sığmaz şimdi...
-Peki biz TÜRKLER!!! Ne halt etmeye bu kadar arap, ibrani, sasani ve pers vs hayranlığı yapıp çocuklarımıza bu milletlerin (ya da kimi Avrupa dili ailesinden olan) çocukların adlarını veriyoruz?!
- Ecdadımızdan gelen bu saçma sapan geleneği, bu aymazlığı neden hala bitmek tükenmek bilmez bir inatla sürdürüyoruz???!!!???
*Orhun Anıtları'nda "Türk beyleri Türk adını bıraktı, Çince adlar alıp Çin kağanına bağlandı" diye sitem edilmektedir* diye yazar... (Ki bu özensizlik, bu densizlik İslam öncesi Sasani ve Pers adlarını hükümdara ve ailesine veren Anadolu Selçuklularında yapılmış en büyük aymazlıktır!) Ve devamında da bu özensizlik ve aymazlık ve dilimizin bilinçli asimilasyonu osmanlı ile doruk noktasına erişti... Bunu durdurmaya bu günkü Cumhuriyet de yetmedi, yetemedi maalesef!
-Yani sonuç itibarı ile hakikaten çok merak ediyorum, milletçe neden bu özensizliğe, bu saçmalığa, bu densizliğe ve bu aymazlığa ısrarla devam ediyoruz. Alıntıdır...
hamtunay@blogspot.com
29 Kasım 2022 Salı
Eski Türk Yazıtı
Pagan dönemi eski bir Türk yazıtında şöyle yazar;
Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer,
Karga yaşlı annesini besler;
Bunun adı " saygılı davranmaktır ."
Horoz şafak vakti öter, Yaban kazları her bahar kuzeye, her sonbahar güneye uçar;
Bunun adı ''söz tutmaktır."
''Yeşilbaşlı ördek eşini yitirdikten sonra ölene kadar yeni eş aramaz.
Bunun adı ''sadakattir. '''
Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır,
Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır;
Bunun adı '' adalettir .''
Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse beter yaşıyordur .!....
Çok eski zamanlardaki pagan Türk duası şöyle der :
'Tanrım, İlk önce : Dağa, taşa ver, ormana, hayvanlara, suya ver. O'ndan sonra; insanlara, kapı komşuma, muhtaç olana ver. Kalırsa, en son bana ver ..
Bilgi hazinesi
24 Kasım 2022 Perşembe
İki kolu olmayan
*****KISSADAN HİSSE*****
Uçaktan içeri giren çok güzel genç bir kadın koltuğunu bulmak için sağa sola bakındı.
Koltuğunun iki eli olmayan adamın yanında olduğunu fark edince oturup oturmamakta tereddüt etti.
Nihayet kararını vermiş olmalıydı ki hostesi yanına çağırıp
*"Yanımda oturanın iki eli olmadığı için bu koltukta rahat edemeyeceğim lütfen bana başka bir koltuk verin."* dedi. Hostes,
*"Hanımefendi üzgünüm ama başka boş yerimiz yok"* dese de genç kadın ısrar ediyordu. Bu durumdan rahatsız olan hostes sordu kadına,
*"Hanımefendi bana bu ısrarınızın nedenini söyleyebilir misiniz?"* Güzel kadın hostesin sorusunu
*"Ben böyle insanları sevmiyorum rahat oturup gezemeyeceğim , iğreniyorum ve kusasım geliyor"* diyerek cevapladı. Eğitimli ve kibar görünen bir kadının bu konuşmasını duyan hostes şaşkınlık içindeydi. Kadın ise
*"Ben o koltukta oturamam bana başka bir koltuk verin"* diyerek ısrarını sürdürüyordu. Hostes, çaresizlik içinde etrafına bakıp boş koltuk aradı ama boş koltuk görmedi ve kadına
*"Hanımefendi bu ekonomi sınıfında boş koltuk yok ama yolcuların rahatını sağlamak bizim görevimiz onun için ben gidip uçağın kaptanıyla konuşayım ve siz de lütfen o zamana kadar biraz sabır gösterin."* Bunu söyleyen hostes kaptanla konuşmak için kokpite gitti. Bir süre sonra geri döndü ve kadına,
*"Hanımefendi verdiğiniz rahatsızlıktan dolayı çok üzgünüz. Bu uçakta tek bir boş koltuk kalmış o da birinci sınıfta. Kaptanımızla konuştum ve olağanüstü bir karar aldık. Şirketimiz ilk kez ekonomi koltuğundan birinci sınıf koltuğa bir yolcu gönderiyor."* Güzel kadın son derece memnundu ama tepkisini dile getirmeden ve hatta tek kelime bile konuşamasına fırsat kalmadan, hostes elleri olmayan adamın yanına yaklaşıp
*"Efendim çok özür dilerim birinci sınıf koltukta oturmak ister misiniz? Çünkü biz sizin gibi saygın bir insanın kaba ve görgüsüz biriyle seyahat edip rahatsız olmanızı istemiyoruz."* Bunu duyan tüm yolcular kararı memnuniyetle karşılayıp alkışladılar. O çok güzel görünen kadın ise utancından adamın yüzüne bile bakamıyordu . Birinci sınıf koltuğa gitmek için ayağa kalkan elleri olmayan adam uçaktakilere dedi ki,
*"Ben eski bir askerim ve bir operasyon sırasında teröristlerle çarpışırken atılan bombanın patlaması sonucunda iki elimi de kaybettim. Biraz önce bu manasız ve üzücü tartışmayı duyduğumda ben bu kadın gibi bencil ve aptal insanların hayatını kurtarmak için mi kendimi riske attım ve bunların güvenliği için mi iki elimi de kaybettim diye kendime kızıyordum. Ama hepinizin tepkisini görünce şimdi kendimle gurur duyuyorum. İki elimi vatanım için kaybettim; keşke şehit olabilseydim, kendimle daha çok gurur duyardım diyorum...",* Ve sözlerini bitirince birinci sınıfta gitti. Güzel kadın ise herkesin aşağılayan bakışları altında ezilerek başını önüne eğip koltuğa oturdu.
Düşüncelerde güzellik ve saflık yoksa, yüz ve beden güzelliğinin hiçbir kıymeti yoktur! Her zaman hatırlamak gerekir ki yüzün güzel olmasının yanında kalbin güzel olması da şarttır. Bazen olaylar altından kalkması mümkün olmayan hikayesi ile karşınıza çıkar hiç bir zaman özelliklede konuşmalarınizla kontrolü kaybetmeyin
Alıntı
hamtunay@blogspot.com
Yurdumuzda balık avı
Aynı denizi paylaştığımız Yunanistan'da balık var mı?
Bol bol var.
Nasıl oluyor da orada bol oluyor?
Çünkü, Yunanistan'da 40 metre derinlik sınırı var.
39 metrede balık avlayamazsın, kanunen yasak.
Neden 40 metre?
40 metre derinliğe kadar güneş ışığı ulaşıyor, “posidonia” tabir edilen deniz çayırları fotosentez yapıyor, balıklar bu deniz çayırlarında hem besleniyor, hem ürüyor.
40 metre yasağıyla, işte bu üreme alanları koruma altına alınıyor.
Deniz çayırında balık avlarsan, sadece o balığı değil, o balığın gelecek nesillerini de yok etmiş oluyorsun.
Peki bizde sınır ne?
24 metre!
25 metrede balık avlayabilir misin?
Şakır şakır avlarsın.
E, aferin.
Aynı denizi paylaştığımız Bulgaristan'da Romanya'da balık var mı?
Bol bol var.
Nasıl oluyor da oralarda bol oluyor?
Avrupa Birliği üyesi oldukları için, kafalarına göre avlanma yapamıyorlar, kaç metre derinlikte balık avlayacaklarını, yılda kaç ton balık avlayacaklarını, balık stoklarını, balıkçı filolarının yönetimini ve denetimini, Avrupa Birliği yönetmeliği belirliyor.
Kurallara uyuyorlar.
Bol bol balıkları oluyor.
Türkiye'nin Avrupa Birliği müzakerelerinde “balıkçılık faslı” ne zaman açıldı?
2006 yılında.
Müzakerelerde bir milim ilerleme var mı?
Yok.
Avrupa Birliği'ne giremesek bile, Avrupa Birliği'nin kuralları faydalı, biz o kurallara kendi kendimize uyalım diyen var mı?
O da yok.
Avrupa'da en fazla balıkçı teknesi kimde?
Bizde.
Avrupa Birliği ülkeleri yılda kişi başına ne kadar balık yiyor?
26 kilogram.
Biz?
Sadece 7 kilogram!
Norveç'te 6 bin 400 balıkçı teknesi var.
150 ülkeye balık ihracatı yapıyor.
Türkiye'de 18 binden fazla balıkçı teknesi var.
100 ülkeden balık ithal ediyor!
(Norveç'te balıkçılık bakanlığı var… Norveç balıkçılık bakanı, kız arkadaşıyla birlikte İran'a ve Çin'e tatile gitti, devletin kendisine tahsis ettiği cep telefonunu yanında götürdüğü ortaya çıktı, Norveç ayağa kalktı, hem devletin telefonunu tatilde kullandığı için, hem de devletin telefonunu yurtdışında izinsiz kullanarak Norveç'in güvenliğini tehlikeye attığı için, istifa etmek zorunda kaldı… Tıpkı Türkiye di mi?)
Balıkçılık, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde “balıkçılıktan sorumlu bakanlığa” veya “denizcilikten sorumlu bakanlığa” bağlıyken, bizde kime bağlı?
Tarladan ve ormandan sorumlu tarım bakanına bağlı!
Bütün gelişmiş ülkeler aptal, biz ileri zekalı olduğumuz için…
Üç tarafımız denizlerle çevriliyken, sadece kendimize ait iç denizimiz varken, deniz büyüklüğünde göllerimiz varken, “çiftlik”lerde veya “karadaki havuzlar”da balık yetiştirmeye çalışıyoruz!
“Hamsi kavağa çıkar mı?”
diye bir laf var ya hani…
Ağaçta balık yetiştirmeye
çalışmadığımıza şükretmek lazım!
(Alıntı)
hamtunay@blogspot.com
İhanetin satışı
Yıl 1917 Yer Irak..
İngiliz general, koyunlarını otlatan çobanı uzaktan bir müddet izledikten sonra,,
yanına yaklaşır ve ;
Eğer sürüyü koruyan köpeğini öldürürsen Sana 100 sterlin vereceğim der.
Uzun zamandır zor şartlarda yaşayan çoban için büyük paradır bu miktar..
Ancak köpek de çok kıymetlidir.
Çobanın tek güvendiği, sürüsünü idare eden, her türlü tehlikeye karşı koruyan, hasta olan koyunun başında bile günlerce aç susuz bekleyen,
bir varlıktır köpeği..
Ama teklif edilen para, 100 sterlin.
İyi para!
Çoban, köpeği yakalayıp generalin önünde keser ve alır parayı.
General;
Köpeğin derisini yüzersen,
100 sterlin daha veririm der..
Çoban bu sefer düşünmeden,
yüzer deriyi ve alır parayı.
General;
Köpeği parçalara ayırırsan,
100 sterlin daha der..
İş raydan çıkmıştır artık.
Ayırır parçalara, alır parayı..
İşi biten general ordan ayrılırken,
bu sefer teklif çobandan gelir;
100 sterlin daha verirsen,
köpeğin etinden de yerim..
General cevap verir;
Asla!. Benim amacım, değer verdiklerinize karşı yaklaşımınızı öğrenmekti. Sen para için yoldaşın, yardımcın, her şeyin olan köpeği feda ettin..
Ben ihtiyacım olan şeyi öğrendim.
Sonra yanındakilere dönüp;
İnsanlar bu karakterde olduğu müddetçe korkmayın, her şeyi yaptırabilirsiniz der.
Parası olup, değeri olmayan insanlar,
değeri olup parası olmayan insanların hayat anlayışını değiştirdi..
Artık slogan belli..
Paranın satın alamayacağı şey yoktur.
Şahsi menfaat için insanların satamayacağı bir değer kalmadı maalesef.
Ama az paraya, ama çok paraya..
Bazen paraya, bazen makam mevkiye..
Kazanmak için satanlar !
Aslında tamamen kaybettiklerini farketmiyorlar çoğu zaman..
Kimileri de farkettiği halde satıyor.
Sureti haktan görünüp,
Sizden köpeğinizi isteyen çok olacak.
Bugünlerde fazlasıyla olduğu gibi.
Ne köpeğinizi satın, ne de başkasının köpeğine göz koyun..
Çünkü değerlerini para için satanlar, sattıkları kişinin köpeği olmaktan,
başka işe yaramazlar..
Paranın açamayacağı kapı yok diyenler,
Aslında ! para için her şeyi yaparım diyenlerdir...
hamtunay@blogspot.com
LİMON SUYU
SICAK LİMONLU SU
Alışkanlığınız olsun her sabah!!!!!!
Pekin Askeri Hastanesi'nin genel müdürü Profesör Chen Horin, “Bir bardak sıcak sudaki limon parçaları hayatınızın geri kalanında sizi kurtarabilir” diyor.
Meşgul olsan bile, bu mesaja bakmalı ve başkalarına iletmelisin!
Sıcak limonlar kanser hücrelerini öldürebilir!
Limonu üç parçaya kesin ve bir bardağa koyunuz, daha sonra sıcak su dökünüz, (alkali su) olacaksınız, her gün içeceğiniz herkese faydası olacaktır.
Sıcak limonlar bir kez daha anti-kanser ilacı salgılayabilir.
Sıcak limon suyunun kanserli tümörler üzerinde etkisi vardır ve
her tür kanser için tedavi göstermiştir.
Bu ekstrakt ile tedavi sadece malign hücreleri tahrip edecek ve sağlıklı hücreleri etkilemeyecektir.
İkincisi: Limon suyundaki asitler ve mono-karboksilik asit, hipertansiyonu düzenleyebilir ve dar arterleri koruyabilir, kan dolaşımını ayarlayabilir ve kan pıhtılaşmasını azaltabilir.
Okuduktan sonra, başka birine söyleyin ve sevdiğiniz birine ve kişisel sağlığınıza dikkat edin.
Tavsiye:
Profesör Chen Horin, bu mektubu alan herkesin en azından birisinin hayatını kurtardığının altını çizdi ... Ben de kendi bölümümü yaptım. Sıra sende
hamtunay@blogspot.com
KALBURLA GÜNEŞ TOPLAYAN ADAM
Gönül Dağı dizisinde ki Kalburla Güneş Toplayan Adamın Gerçek Hikâyesi...😔😔😔
Osmanlı’nın Bulgaristan’da hakimiyetini sürdürdüğü son dönemler olan 1800’lü yıllarda geçen hikayeye göre; o dönem Osmanlı toprağı olan Bulgaristan’ın Tırnova şehrinde yaşayan bir aile vardır. Dizide geçen kalburla güneş toplayan adamın gerçek hikayesi de işte burada yaşanmıştır.
Mehmet ve Fatme Tırnova şehrinin kırsal kesimlerinde çiftçilik yapmakta olan Müslüman bir ailedir. Evliliklerinin üzerinden 10 yıl geçmi ama halen çocukları olmamıştır. Mehmet ve Fatme birbirlerini o kadar çok sevmişlerdir ki, hikayelerde anlatılan aşklar bu ikisi için basit kalabilecek bir seviyededir.
Fakat Fatme’nin o dönemlerde çaresi olmayan bir hastalığa yakalanması ile bu büyük aşk gölgelenmiş, Mehmet ile Fatme’nin sevgilerini doya doya yaşamalarına fırsat kalmamıştır.
O bölgede yaşayan herkes neredeyse istisnasız bu hikayeyi dedelerinden ve ninelerinden dinlemişlerdir.
Birbirlerini büyük bir aşkla seven Mehmet ve Fatme’nin imtihanı da çok büyük olmuştur. Fatme evliliklerinin onuncu yılında hastalığından ötürü iki gözünü de kaybetmiştir.
Mehmet onun gözlerini açtırabilmek için her yolu denemiş hatta elinde ne var ne yoksa satıp bu uğurda harcamıştır. Gitmediği doktor, çalmadığı şifacı kapısı kalmamıştır, ama olumlu bir sonuç alamamışlardır.
Mehmet ise Fatme’sini kurtarmak için ellerinde avuçlarında olan her şeyi satar ve o dönem Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’a büyük hekimlere götürmek için yola revan olurlar. İstanbul’un hekimlerinin karısının gözlerini açacağı umuduyla yola çıkarken ise başına geleceklerden habersizdir.
Mehmet ve Fatme’nin İstanbul yolculuğu tam bir yıl sürer. Gitmedik doktor, uygulanmadık şifacı ilacı bırakmazlar. Ellerinde avuçlarında olanı tüketince de gerisin geriye memleketleri Tırnova’ya dönmeye karar verirler.
O dönemin şartlarında yolculuk yapmak kolay değildir. İstanbul Tırnova arası yaklaşık 500 Km dir. Yola çıktıktan kısa bir süre sonra ise Fatme’nin rahatsızlığı iyice artar ve artık onun için yaşadığı sancılar dayanılmaz hal almaya başlamıştır.
Fatme yolculuğun sonuna doğru çok sevdiği eşi Mehmet’in kolları arasında hayata gözlerini yumar. O an her şeyini kaybeden Mehmet ise eşine tekrar güneşi gösteremediği, o güzel gözlerine bakamadığı için suçlu hisseder kendisini.
Mehmet ve Fatme’nin beraber yolculuk yaptığı kafile, Tırnova’ya yakın bir yerde vefat eden Fatme’yi defin ederler. Yıkanır, kefenlenir ve bir kabre konulur. Aslında Fatme ile beraber Mehmet’de o kabre konulmuştur.
Kafile tüm uğraşlara rağmen Mehmet’i kabrin başından ayırmayı başaramazlar. Mehmet’i kabrin başında bırakıp yollarına devam etmek zorunda kalırlar.
Mehmet ise eşi Fatme’nin kabrinin yanına bir kabir daha kazar ve o kabirde yatmaya başlar. Eşinin ölümünden sonra onun için artık hayatın bir anlamı kalmamıştır. Bir süre sonra taşlardan ve ağaç parçalarından bir baraka yapar ve orada yaşamaya başlar.
İşte diziye de konu olan bölüm bundan sonra başlar. Bir gün bir yolcu grubu şehre uğrar. Uzaklardan gelen bu yolcu grubu yolda gördükleri bir olayı anlattıklarında kimse buna inanamaz.
Yolcu grubunun anlattığı adam, hasta karısı ile birlikte yıllar önce şehirden ayrılan Mehmet’tir. Şehirden hemen birkaç atlı tarif edilen yere varırlar. Gittiklerinde de gerçekten o adamın Mehmet olduğunu görürler ve uzaktan onu izlemeye başlarlar.
Adam elinde bir kalburla yıkık dökük bir kulübeye güneş taşımaya çalışmaktadır. Adamı kısa bir süre izleyenler sonrasında yanına giderler, ama adam hiç birisini tanımaz. Adam için her şey silinmiştir, zaman donmuştur. Kulübenin içine baktıklarında biri dolu diğeri boş iki kabir görürler. Boş olanı kendisi için hazırladığı her halinden bellidir.
Şehre dönmek için ikna etmeye çalışsalar da, Mehmet dönmeyi kabul etmez. “Ben eşime güneş taşıyorum, ben eşime güneş taşıyorum” sözünden başka bir şey söylemez. Gelenlere göre adam aklını yitirmiştir. Ama adamın tüm dünya hırkalarını çıkarıp derviş olduğunu kimse düşünmez.
Meczup adamın köylüleri elleri boş geri dönerler, ancak aralarında da karar verirler. Her hafta bir kişi bu adama azık götürecektir. Bu sayede her hafta adama bir kişi yemek götürmeye başlar.
Adam azığı getiren herkese tek bir soru sorar.
”Bu azığı kim gönderdi”
Karşısında ki kişi, azığı getiren bir isim yani Ali, Ahmet gibi isimler söylerse bu azığı kabul etmez geri gönderir.
Bir gün bu adamın azığını köyün imamı götürmeye karar verir ve o gün adamla alakalı tüm gerçeklik ortaya çıkar.
İmam efendi adamın yanına vardığında adam yine kalburla güneş toplamaktadır. Selam verir ve azık getirdiğini söyler.
Meczup adam diğerlerine sorduğu soruyu bu sefer imama sorar ve “Bu azığı kim gönderdi” der.
İmam efendi “Allah! Senin, benim dahi her şeyin sahibi olan Allah gönderdi” der.
Adam anca şimdi kabul eder azığı. İmam da şehre döndüğünde yaşadıklarını tüm ahaliye olduğu gibi anlatır. Adama bir daha gideceklerin de vermesi gereken cevap ise artık bellidir. Ama insanların gözünde artık o bir deli değil velidir.
Bir süre bu şekilde devam eder ve şehirden her hafta bir kişi meczup adama azık götürür. Sıra yine imama geldiğinde imam azığını alır ve yola koyulur. Kulübeye geldiğinde ise kalburla güneş toplayan adam kulübenin önünde yoktur.
Çevreye bakar ve dervişi arasa da bulamaz ve kulübeye girer. Hani kulübenin içinde biri boş diğeri dolu iki kabir vardı ya artı o boş kabir de dolmuştur. Derviş ruhunu hakka teslim etmiş, çok sevdiğine kavuşmuş nihayet.
Alıntı
hamtunay@blogspot.com
84 YAŞINDA CEVİZ KIRACAĞIM
76 Yaşındayım.
8 yıl sonra,
84 yaşında ceviz kıracağım.....
Dünyaya veda eden ALARKO'nun kurucusu Ishak Alaton'un hayat dersi niteliğindeki bir demeci:
"Üniversitelerimizde yaptığım söyleşilerde bana en çok para hakkında soru sorulur....
Herhalde iş adamı olduğum için…
Ben, “paranın iki kişiliği vardır” derim....
Birincisi;
para bir değiş tokuş aracıdır...
Para verip yiyecek,
giyecek,
ev,
bark,
hatta sağlık satın alabilirsiniz...
İkincisi ile
gelecek korkusunu yenersiniz....
“Yaşlılığımda çaresiz,
muhtaç,
perişan kalmam,
çünkü kötü günler için paramı bir kenara ayırdım” dersiniz...
Ama para ötesi, yani
para-üstü bir konu daha vardır...
Bunu parayla satın alamazsınız...
Bunun adı
zevk ve keyiftir...
Zevk almak,
keyif duymak,
ancak KÜLTÜR ile mümkündür...
Resimden zevk almak için sergiler bedava,
müzik, kaset ve diskler üç otuz para....
Ayrıca konserler de pahalı değil...
Tiyatrolar hamburger fiyatına…
Aşk ve sevgi zaten bedelsizdir.....
Güneşin batışından, denizin hışırtısından ya da bir satranç oyunundan zevk alabiliyorsanız,
kalenizle bedavaya şah çekebilirsiniz...
Güneşi kaç paraya batırabilirsiniz..?
Denizi hışırdatmanın fiyatı nedir..?
Yaşlılığınız için biriktireceğiniz;
kötü gün parası kadar,
belki ondan da önemli olan bu zevkler ve mutluluklardır...
Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür....
Para kazanmaya emek verdiğiniz kadar kültür edinmeye de emek verin !..
İster genç olun; ister yaşlı,
yaşınızla barışık değilseniz
ihtiyarsınız demektir...
Çok genç ölen yaşlılar olduğu gibi,ihtiyar doğanlar da vardır.......
Yaşlılar; ölüme daha yakın derler....
Ama ölüm,nüfus kâğıdı sormuyor Şimdiki tutkulu projem,
bir ceviz ormanı yetiştirmektir......
Fidanları dikmeye başladım bile...
Ceviz fidanı; 8 yıl sonra ağaç olup,
ceviz verirmiş...
Şimdi 76 yaşındayım. Yani 84 yaşımda ceviz kıracağım...Bu kez kendi cevizlerimi…..
İshak ALATON"
(Kırdı da 89 yaşında vefat etti)
Sayın Cemal Borandağ 'ın sayfasından alıntıdır.
TÜRK PRENSESİ LOLAN
Türk Prensesi Lolan’ın 3800 yıllık mumyası bulundu: İnsanlık tarihini değiştirecek keşif!
Türk Kraliçesi Lolan Güzeli, Lolan Prensesi veya Lolan Kraliçesi olarak bilinen 3800 yıllık mumya Çin’in işgali altındaki Uygur özerk bölgesi olan Doğu Türkistan’da bulundu.
Asya’nın binlerce yıl öncesine uzanan gizemli geçmişine ışık tutan bir mumya, Çin’in politik engelleri nedeniyle ABD’de gösterileceği sergiden aniden çıkartılmıştı. Bu gelişme, Asya’nın kökenleri hakkında büyük sırlar saklayan mumyanın üzerindeki tartışmaları tekrar gündeme de getirmiş oldu.
Pekin’in sergilenmesinden rahatsız olduğu mumya 3800 yaşında. Buna rağmen yarı açık gözlerindeki uzun kirpikleri düzgün biçimde korunmuş ve çok iyi durumdaki uzun saçları omuzlarına düşüyor.
DNA TESTİ %100 TÜRK OLDUĞUNU KANITLADI!
Üzerinde bulunan Türk’lere ait olan kılık kıyafeti ve şaman gelenekleri ile gömüldüğü’nü kanıtlayan şaman ayinlerinde kullanılan gereç ve simgelerin mezardan çıkması da çok net bir sonuç olarak bu mumyanın % 100 Türklerin Atası olduğunu göstermektedir.
DOĞU TÜRKİSTAN'DA BULUNDU
Üstelik Lolan Güzelinin yakınında bulunan birçok mumya da yine tıpkı onun gibi özellikler taşıyor. Birçok arkeolog mumyanın Avrupa kökenli olduğunu söylerken, Pekin yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi veren Uygurlara göre hem Lolan Güzeli, hem de civarında bulunan mumyalar Türk kökenli.
Çindeki Türk Mumyaları Ne Anlama Geliyor?
Türk Bilim adamı Kazım MİRŞAN yaptığı araştırmalarda Ön-Türk uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısıra M.Ö 3000 Yıllarında Doğu Anadoludan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Kazım MİRŞANın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine M.Ö. 3000′li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse Piramit inşa teknolojisinin Eski Mısıra Ön-Türk Uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
TÜM İNSANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEK KEŞİF
Tüm İnsanlık tarihini değiştirerek; medeniyetin asıl yaratıcısının Türkler olduğu sonucunu doğuran bu olağanüstü keşif batılı bilim adamları(!) tarafından ısrarla görmezlikten gelinmekte ve insanlığın bilgisinden daha uzun süre saklanması mümkün olmayan bu piramitleri başka bir uygarlığa mal etmeyi amaçlayan maksatlı çalışmalar yapılmaktadır.
İlk insan mumyalama tekniğini mükemmel bir şekilde uygulayanlar Altay Türkleridir.(Mısır medeniyetinden yüzyıllarca önce) Uygur bölgesinde bulunan,Mısır piramitlerinden yüzyıllarca önce yapılan ve Mısır piramitlerinden daha yüksek/büyük olan piramitleri yapan Türklerdir.Çin hükümeti buraya girişi tamamı ile yasaklamıştır.Çünkü bu piramitlerin içinde proto–Türk yazılar mevcut.Arkeologların dahi girişine kati surette izin verilmiyor.Çünkü dünya tarihinin tekrar yazılması gerekebilir.
Tamer Akkanis/Arkeoloji Alemi
hamtunay@blogspot.com
YÖRÜĞÜN METEOROLİJİSİ
Keçi Pöçusu
Yörüklerin yaşam koşullarını belirlemede doğayı ve hayvanları gözlemlemek önemli rol oynar. Gerçek yaşanmış bir hikaye. Olay Silifke ve Mara yaylası arasında geçer.
Silifke müze müdürü Şinasi Başal'ın anlatımı ile;
"Ağustos ayında bir cumartesi günü bölgede araştırma yapan iki Alman müzeye geldi.
Sabah çayını içerken, Kırobası tarafına gideceklerini söylediler. Ben de hava normalden sıcak bugün çıkmayın dedim. Gidecekleri yer 1400 rakımlı ve çok fazla derenin olduğu bölgeydi. Onlar biz hava durumunu aldık yağmur yok dediler. Bende Uzuncaburc'a varınca bekçiyle görüşün dedim.
Bunlar Uzuncaburç'a varırlar. Bekçi “bugün çıkmayın hava bozacak” der. Bunlar “hava pırıl pırıl gideceğiz” derler. Bekçi der ki; “bakın karşıda dört keçi var. Keçiler pöcusunu kapatmış yağmur var” der.
Almanlar keçinin pöcusunu sorarlar. O da keçinin kıçı der. Almanlar gülerler. Yollarına giderler.
Ben de arasıra dağa bakıyorum. Akşam üzeri Toroslar karardı. İnşallah başlarına bir şey gelmez.
İki saat sonra bekçi aradı; “Müdürüm Almanların arabası sele kapılmış, jandarmayla gittik, onları aldık ama arabayı çıkaramadım” dedi.
Hemen Uzuncaburc'a gittim. Beni görünce Alman Hansgerd; “Müdür bir kelime daha öğrendim. Pöçu çok önemli bir kelime dedi."
Büyüklerimiz hep söylerdi.
Bu yıl kavaklar tepeden yaprak döküyor kış çetin geçecek.
Yine bu yıl ayvalar çok tutkun kış çetin geçecek.
Doğanın içinde yaşayan insanlar için doğayı gözetlemek bin yılların birikimi ile kuşaktan kuşağa aktarılarak öğrenilen bir değer. Bu insanlar o dağlarda var olduğu sürece de öğretmeye ve öğrenmeye devam edecektir.
Gönül Keskin
Şakir zümre
BOMBADAN SOBAYA...
Okumakta olduğunuz bu hikaye gerçek olaylardan esinlenilerek kurgulanmıştır.
***
SOFYA 1914
Bulgar Kralı’nın ülkesindeki yabancı devlet temsilcilerine verdiği resepsiyonlardan birinde vakitle beraber sohbetler de hayli ilerlemişti.
Üniformasının içinde çakı gibi duran sarı saçlı mavi gözlü Türk Subayının yanına bir adam yaklaştı :
-Merhaba… Siz herkesin övgüyle bahsettiği Osmanlı Devletinin Sofya Ateşemiliteri Yarbay Mustafa Kemal Bey olmalısınız.
-Merhaba… Siz de Türkçe konuştuğunuza göreee…
-Evet ben de sizin gibi Türküm. Kendimi tanıtmama izin verin… Bendeniz Varna Milletvekili Şakir Zümre. Bulgaristan Parlamentosundaki 17 Türk vekilden biriyim.
-Müşerref oldum Şakir Bey…
-Ben de Yarbayım… Çok zamandır sizinle tanışmak istiyordum.
***
Uzun yıllar sürecek bir dostluğun temelleri atılmıştı o gece…
Yarbay Mustafa Kemal Bey’in Sofya’dan ayrıldığı 1915 Ocak ayına kadar birbirlerine yaren olmuşlardı.
***
SOFYA 1920
-Şakir Bey telgrafınız var
-Kimden
-Türkiye’den…
-Teşekkürler
“Kıymetli dostum Şakir Zümre…Türk Milli Mücadelesinin başarıya ulaşması için vatan bugün sizden hizmet bekler… Size ilettiğimiz listedeki silahları temin ederek anavatana göndermenizi rica ederiz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”
Emir telakki etti Şakir Zümre bu telgrafı. Hemen bağlantılarını kullanarak istenilen silah ve mühimmatı temin ederek Ankara’ya gönderdi.
Birkaç ay sonra gelen postacı, Ankara’dan yeni bir isteğin geldiğinin habercisi olmalıydı. Heyecanla açtı telgrafı, yanılmamıştı :
“Kıymetli kardeşim Şakir Zümre… Vatanın kurtuluşu için bizlere verdiğiniz destek için müteşekkiriz. Anadolu’nun zor şartlarında kendi silah ve mühimmatımızı üretmeye çalışıyoruz. Bunun için daha fazla yetişmiş insan gücüne ihtiyacımız var. Sizden Bulgaristan’da silah üretimi konusunda tecrübeli insanları bularak Ankara’ya göndermenizi rica ediyoruz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal…
***
Dumanlar saça saça Ankara Garına giren kara treni bekleyen Türk Subayı heyecanla karşıladı konuklarını :
-Hoşgeldiniz Beyler, sizler Şakir Zümre Bey’in göndermiş olduğu teknik elemanlar olmalısınız.
-Hoşbulduk… Evet…
-Buyurun o vakit, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sizleri bekliyor…
***
ARALIK 1923 – SOFYA
-Şakir Bey telgraf…
-Verin teşekkür ederim.
“Sayın Şakir Zümre… Türk Milli Mücadelesine vermiş olduğunuz kıymetli desteklerinizden ötürü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “İstiklal Madalyası” ile ödüllendirilmiş bulunmaktasınız. Madalyanızın takdimi için en kısa zamanda Ankara’da olmanız rica olunur.”
***
OCAK 1924 – ANKARA
-Büyük Türk Milletinin Başbuğ’u Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sizi saygıyla selamlıyorum.
-Hoşgeldiniz kıymetli dostum, buyurun lütfen oturun.
-Paşa Hazretleri çok büyük bir iş başardınız.
-Asıl savaş iktisadi savaştır kıymetli dostum ve bu konuda da vatan sizden hizmet bekliyor.
-Emrinizdeyim Paşam…
***
Şakir Zümre 1925 yılında İstanbul’da Haliç kenarında “Türk Sanayii Harbiye ve Madeniye” Fabrikasını açarak, Türk Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerinin ihtiyacı olan silah ve mühimmatları üretmeye başladı.
300-500-1000 kg lık bombalar yaparak Türk savaş uçaklarının hizmetine sundu.
İmal ettiği sualtı ve denizaltı bombaları Deniz Kuvvetlerimize can suyu oldu.
Mayınlar, işaret fişekleri, el bombaları üretti fabrikasında…
Onun ürünlerinin tahrip gücü dünyadaki muadillerinden daha fazla olduğu için yabancı devletlere silah ihraç etmeye
başladı…
Atatürk’ün dostu, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetine hizmete devam ediyordu.
Milli Bayramlarda, Şakir Zümrenin ürettiği silahlar onurla geçiş yapıyorlardı Vatan Caddesinden…
Yüzde yüz yerli sermayeyle kurulan, Türk girişimcisi, mühendisi ve işçisinin gurur kaynağıydı bu silahlar…
Lakin Amerika’yla yapılan anlaşmalar gereği 1940 ların sonunda Marshall Yardımları yurda gelmeye başlayınca Türk Milli Savunma Sanayinin gözbebeği bu şirketimiz sallanmaya başladı.
Amerika elindeki eski püskü silahları “yardım” adı altında Türkiye’ye vermekte ve Milli Silah üretilmesine karşı çıkmaktaydı…
Çalmadık kapı, gitmedik yetkili bırakmadı Şakir Zümre…
Devlet ondan silah alamadığı için maaş ödeyemez duruma gelmişti.
Çaresiz kalınca kapıya kilit vurmaktan iyidir diye düşünerek bomba fabrikasını soba fabrikasına çevirmek zorunda kaldı.
Bir Milli Bayramda devlet erkanı Vatan Caddesinde resmi geçidi izlerken alana gelen soba yüklü üzerinde “ŞAKİR ZÜMRE” yazan kamyon tokat gibi indi suratlarına…
Türk Milli Savunma Sanayinin anlı şanlı Şakir Zümresini sobacı yaptınız mesajıydı bu…
***
1966 da vefat eder Şakir Zümre…
Onun ölümünün ardından 4 yıl daha dayanır fabrikası ve 1970 yılında kapısına kilidi vurur…
***
Atatürk’ün emriyle Türkiye’yi silah ve mühimmatta dışa bağımlılıktan kurtaran, İstiklal Madalyalı büyük bir vatanperverin hikayesidir bu…
Ve ne yazık ki mutlu sonla bitmemiş, bitememiştir…
Aynen Vecihi Hürkuş, Nuri Killigil, Nuri Demirbağ’ın çabaları, Devrim Otomobilleri, Karakurt ve Bozkurt Lokomotiflerinde olduğu gibi…
*Yazarını bulamadım. Netten alıntıdır.
hamtunay@blogspot.com
21 Kasım 2022 Pazartesi
YAŞAM ŞİİRLERİ KİTABIM YAYINDA
ONA BİR DAHA SARILIN
Hala sizinleyse!!!
1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.
2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti. Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.
3 yasınızdayken size özenle yemekler hazırladı. Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.
4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.
5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.
6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda 'GITMIYCEEEEEEEM' diye ağlayarak teşekkür ettiniz.
7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.
9 yaşınızdayken size dualar öğretti, siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.
11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü 'Sen bizimle oturma' diyerek teşekkür ettiniz.
12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.
19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı.
Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.
21 yaşınızdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. 'Ben senin gibi olmayacağım' diyerek teşekkür ettiniz.
22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.
25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.
30 yaşınızdayken bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi. 'Artik bu ilkel yöntemleri bırak' diyerek teşekkür ettiniz.
40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı. 'Anne işim başımdan aşkın' diyerek teşekkür ettiniz.
50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu.
Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.
Derken bir gün..... o öldü.
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi duştu....
VE BİR HİKAYE:
'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı.
Telefondaki ses annesine aitti.
Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi 'nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle 'iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi
misiniz?' dedi.
Annesi 'biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim' dedi.
Oğlu da 'anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu yarında
konuşabilirdik' diyince annesi de 'rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.
Oğlu 'evet anne rahatsız ettin' diyince annesi
'30 sene önce sen de beni bu
saate rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun'
EĞER HALA SİZİNLEYSE, ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA COK SEVİN
YAŞAMAK
Yaşamak nedir, bir arada olmak o kadar kolay bir o kadar da zor, hele birde toplum içerisinde bir kişinin gelişmeyeni kendisini diğer insanlara bakarak sevgiden uzak olması, mağdur insanları hedef alanlar olursa işte o toplumda ne tad kalır nede tuz iç kırgınlıklar oluşur tamiri mümkün olmayan , tedavisi olmayan yaralar yaralar oluşur. Havayı bulutlar halı gibi örtmüşken, ebem kuşağını aradı gözlerim hani altından geçersen yer, şekil ve düzen değişikliği olacağına inanılır işte tamda burada ihtiyacım vardı ebem kuşağına.
hamtunay-2508221838 / Dedeoğlu yokuşu
DOĞAYA DÖN
Doğayla tekrar bağlantı kurun. Günümüzde insanların çoğu şehirlerde yaşasa da. İnsan oğlu doğal dünyanın bir parçası olarak yaratılmıştır. Şarj olmak için sık, sık doğaya dönün ve doğa aktivitelerine katılın, hayatınıza yenileştirilmiş anlamlar kazandırırsınız.
Sağlıklar dilerim – hamtunay
ARKADAŞ
Çevrenizde iyi arkadaşlarınız olsun. İyi bir sohbetle kaygıları yatıştırmak, gününüzü aydınlatacak hikayeler paylaşmak, tavsiye almak, eğlenmek, hayal kurmak, başka bir deyişle... Yaşamak için en iyi ilaç arkadaşlardır.
Sağlıklar dilerim - hamtunay.
ACELECİ
Ağırdan alın, aceleci olmak yaşam kalitesi ile ters orantılıdır. Eski bir deyimin belirttiği gibi " yavaş yürüyün, çok ilerleyin " telaşı arkanızda bıraktığınızda, yaşam ve zaman yeni anlam kazanır.
Sağlıklar dilerim – hamtunay
MENDİL
Ağzını mendil gibi kullanan insanların getirdiği çözümler geçici çözümler dir asla kalıcı değildir.
hamtunay - 1509220946 / Ank.
NE YAPTIN BABA
Sen ne yaptın be baba
Temiz olan yerler kirlendi
Kara oldu ak olan ten rengi
Dut asma ceviz yaprağını yerlere serdi
Sen ne yaptın be baba
Güvendin gençliğine yaptın hizmet
Yıllar geçti hızlıca bi zahmet
Düştün takatten bitti hizmet
Ev değiştirmeyi düşündü millet
Sen ne yaptın be baba
Kar kış yoktu gözünde
Sahte yalan yoktu içinde
Zor geldi kaçmayı düşündü gelin kir içinde
Sen ne yaptın be baba
Başında şapkan gözlerin yerde
Sır oldu düşünceler kaldı geride
Kalkamaz oldun kaldın yerde
Serde gençlik kaldı mazide
Sen ne yaptın be babaGül gördün uzattın elini
Uzat tın kollarını buldun dikeni
Sağlıklı dedin aldın hasta gelini
Sen ne yaptın be baba
Yollar iyice uzadı aramızda
Memleket sevgisi azaldı içimizde
Ayağımız gitti ellerimiz kaldı geride
hamtunay-1508221013 / Düden
ANKA
Ruhumun fesadı vuruyor kalbimi
Kan ırmakları akıyor yaralarım dan dışarı
Anka kuşun dan istiyorum gökyüzünde olmayı
Ruhumu bir kez olsun sevgi yumağı içinde görmeyi
Dokunmak istiyorum ellerimle bulutlara
Kollarımı uzattığımda
Yem yeşil çayırlarda koşan yılkı atlarına dokun sam
Alev alev salınan tay tüylerini okşasam
Dere kenarında
Serinleten salkım söğüt gölgesinde
Dinlendirebilsem yorgun düşmüş ruhumu huzur içinde
Bir kere olsun bir kere
Gözlerim açık düşlerimde.
hamtunay -1209221236/Kızılırmak
ŞAİR
Bir mutluluk sözlerinin anlatımıdır şiir
Kırılan kalplerin ağıtlarıdır
Ne hikaye ne tiyatro ne de sinema
Bana bulabildiğin kadar şiirler getir ey seyyah
Ruhumu kötülüklerden arındırayım
Serin ıslak taşlar üzerinde sarsın beni
Ben benim içimde kendim olayım
Üzülürsem ben üzüleyim
İç dünyam lavanta esintisinde tertemiz olsun
Yeterki ellerim ellerinde gözlerim masmavi gökyüzünde
Anlatsın beni şiirlerinde şair
hamtunay- 2908222236 / Bostan
BURALAR
Hayat kısadır civanım
Yinede hayat uzundur civanım
Bir serâba koşar gibi koşuyorum sana
Kasap sevdiği deriyi yerden yere çarparmış
İnsan da sevdiği şeyi göğsüne bastırırken kırarmış.
Sevmek ne meşakkatli bir yol
Hep senin içindir boyun eğdiğim
Yoksa buralar durduramaz beni
İsterim yıldızlar dökülsün saçlarına
Yollarım yolunda kalsın
Bedenin Bedenim de
Dokunma rüyalarıma zaten renksiz hepside
Elleri böğründe soğukta sokakta bekleyen bir kadın
Bakarken meçhule gözleri umutsuz, fersiz
İşte diyor
İçinde ben olayım benim içimde o insan
hamtunay - 1508222145 / Kayadibi
BEYAZ KUŞLAR
Yine kuşlar uçuyordu üstümde
Barış güvercini diyorlar onlara.
Ağzında zeytin dalları.
Dur biraz, bak sende duydun mu
Bir ses geldi uzaklardan,
Silah sesiydi gelen
Hatta bir kaç serseri mermi peş, peşe
Yok, doğru olamaz hayır, olamaz
Bir kaç beyaz güvercin düşüyor aşağı doğru
Kanatlarından savrulmuş tüyler
Diğerleri sağa sola kaçıyor
Yine olmadı
İyilikler dostluklar yer bulamadı
Suya düştü,
İnsanlığın üzerine düştü yine
Karanlığın gölgesi
Yok edildi barış umudu
Olmadı,
Oldurulmadı aydınlığa çıkan yollar
Yine tozlu,
Etrafa yayılmış çakıl taşları.
Barut kokusu içinde kaldı umutlar, yarınlar
Şimdi yok gökyüzünde beyaz kanatlı güvercinler
Gagasında zeytin dalı taşıyanlar
Geride kalan bir kaç boş yapraklı kirli bir defter
Ucundan kan damlayan kırık bir kalem.
hamtunay - 0209221359 / Ank.Zafer parkı.
GEL DİYORSUN
Hasretinle özledim seni
Gel diyorsun
Gelirim diye korkuyorsun
Her an resmin gözlerimde
Ellerim duada
Yüreğimde yine sen
hamtunay-2808220909 / Dinar
DOĞUŞ
Bak doğuyor gibiydin yine
Dağların ardından yüreğime
Kaplıca suları gibi sımsıcak
Ardına bakmadan akan sular gibi
Kaçıyorsun benden
Uçuşan gül yaprakları tadında rüzgarda
hamtunay - 2409232143 / Köy
FAKİR
Bakarken görmeyen gözleri
Gönülden mi görür sanırsın her şeyi
Ya beni
Ya bu fakiri
Görür mü açılan gözleri
Para pul nafile
Bakarken görmeyen gözleri
Kör ışık saçan yıldızları
Sonbaharda dökülen çınar yaprakları
Gönülden mi görür sanırsın
Herşeyi
Ya beni
Ya bu fakiri
hamtunay - 2509221115 / Saklıkent
YAŞAMAYI BİL
Sevgi sıcaktır cancazım
Ama aşk hepten yakar demezmiydin
Gözden düşen birini
Güneşten düştü diye
Afetmek,
Geçmişi değiştirmez ama
Geleceği değiştirir demezmiydin
Kendime mi yanayım
Boşa geçtiğini düşündüğüm zamana mı
Gümbürdeyen yağmur bulutları
Neler anlatır bize
Gülen ayvayı mı ağlayan narımı
Gökyüzünde gezen zümrüdü anka kuşu
Ne der bilirmisin
Hayat sana güzel
Yaşamayı bil yeter.
hamtunay-2709222122 / Kent
YALNIZ
Bir yıldız kaydı bu akşam gökyüzünde
Adam sahilde ah ediyor, bakarak kayan yıldızlara,
Bir can daha kaydı diyor
Bu yandan o yana
Yalnızlığı yaşıyor,
Dalgalar içinde savrulan teknede
Bulutlar ağlıyor, yalnızlığa
hamtunay-2307232344 / Konyaaltı sahili
TAC
Gece karanlığında
Kapı aralığından sızan
ışık hüzmesi
seni hatırlattı bana
Yıldızlardan tac yaptığını başına
hamtunay -3008222320/Etlik
ŞEHİR
Bu şehirde kimse sevmiyor kimseyi
Yağmur bile yağmıyor eskisi gibi
Suretler hep mutsuz, ruhlar karanlık
Şakakların dan uğultular geliyor
Pencereler hep perdesiz
Odalar karanlığa hasret
İnsanlar aydınlık yarınlara
Haya perdeleri göz bebeğinden uzak
Kirpikler mızrak olmuş sığmıyor çuvala
Alanda çalanda heryer talan da
Bu şehirde kimse sevmiyor kimseyi.
hamtunay-3108221959/Etimesgut
GÜLÜMSE
Gülümseyin neşeli bir tavır, sadece rahatlamakla kalmaz, arkadaş kazandırmaya da yarar. Bir şeylerin o kadar harika olmadığını kabul etmek, iyidir ama olasılıklar la dolu bir dünyada
Şimdi ve burada olmanın, bir ayrıcalık olduğunu da asla unutmayın ve aklınızdan
Bu birlikteliği
çıkarmayın.
hamtunay-2010230829 / ılıksu
ADAM
Tek ayağı üzerinde bekleyen bir adam
Rıhtımda
Bastonu yerde torbası sırtında
Uzaklara daha uzaklara dalmış gibiydi
Bakışları
Kendine yabancı kalmış gibi
Kendi cenazesine bakıyordu sanki adam
Aklında çocukluğu
Elinde çemberi topacı
Sofrasında çorbası
Kezzap dökülmüş gibi ruhuna
Birden titredi adam
Sokak mobilyasına tutundu aniden
Sonra
Sonra arnavut kaldırımı taşların üzerine uzandı
Boylu boyunca
En son gördüğü rıhtımda bekleyen gemi
Havada martılar
Etrafında oyun çıkaran kediler
İşte son
Aniden kararan bir hava.
hamtunay - 0210220138/Kaleiçi
MIH
Kara gölgeler düşüyor üzerime zehir zemberek
Mengenelerde sıkılıyorum sanki
Şimal rüzgârı gibi yakıyor yüreğimi
Kara deliklere sığmam, sığamam
Eriyorum, bitiyorum
Hâle olmuş güneş ışıklarıyla akıyorum gönüllerden
Meçhule
Kaktüs dikenleri sarmış bedenimi hesapsız
Ruhuma mıh gibi saplanıyor dikenleri
Yinede alamıyorum senden kendimi
Gömüyorum duygularımı kızgın kumlara yarınlara
hamtunay - 0310222459 / Yüzüncüyıl
İŞTE
İşte burası
Hep geçtiğimiz yollar
Çocukluğumun hatırları
İnanmıyorsan gökyüzüne sor
Taşlarını bilirim çukurlarını da
Bak şu ıhlamur ağacına
Küçücüktü yapraklarını okşardım
Gölgesinde kediler uyur
Çocuklar oyun çıkarırdı
Şu köşe varya şu köşe
Yüreğimin çarpıştığı
Yıldızlara yakın olduğum yerdi
Mavi beyaz kapılı evler
Önündeki merdivenli sekiler
Hepsi
Her yer
Beni bilir
Bende onları oraları
hamtunay - 0510231536 / holivit
YAŞAM HAKKI
Kapıyorum gözlerimi
Sesleri duyuyorum zihnimde kalbimde
Renkleri görüyorum gökkuşağının altından geçen
Sarı kırmızı mavi hayali
Ovalara doğru sağmal sağmal dökülen yağmuru görüyorum
Uğuldayan rüzgârı hissediyorum
Bulutlardan düşen
Yanımda bir çekirge zıplıyor üzerime
Göz göze geliyoruz bir birimizi anlamasakta
Anladığımız kadar bakıyoruz sevgiyle
Hayat bizim hepimizin
Yaşıyorsak bir arada
hamtunay - 3009221832 / Tünektepe
ŞARAP
Şimdi bir üzüm salkımı var elinde kırmızı mı kırmızı
Çıtırdayan çekirdekleri ağzında
Ayakkabıları toz içinde
Altı delik kenarı hava almakta
Etrafında uçan eşek arıları
Üzümden şire mangalda pişen etten bir parça peşinde
Yan tarafa devrilmiş kocaman bir kova
Dökülmüş etrafa yeşil suratlı domatesler
Karıncalar köprüler kurmuş etrafa yol boyunca
İzler çıkıyor çizgi çizgi
gökyüzünde
Göçmen kuşların yolları
Gömleğin düğme siz yanını sallıyor rüzgar
Serin esintili
Şarkı söylercesine
Kızıl ırmak kenarında sallanan sazlar
Çıkardığı sesler sivri sineklere ortak
Alaca düşmüş kalecik karası şaraplık üzümlere
Bir elde üzüm salkımı diğerinde makas
Kadim dostlarımızla yüreğimiz üst üste sevinçle gülen yüzler
Traktörlerin çıkardığı sesler altında
Yarı tozlu yarı ışıltılı salkımlar
Eski bir türkü mırıltısı gelir uzaklardan
Bakar buğulu gözler ahlat ağacı üzerinden ufuklara
Ali bey Akkuzulu köyü üzüm bağından.
hamtunay - 1109221628 /Kalecik Akkuzulu köyü
GÖLGE
Ben var ya ben
Takip ediyorum siyah beyaz gölgelerimi
Gölgeler ise terk ediyor beni
Masalcılar anlatır ya hani
Yiğidin harman olduğu yerleri
Ağaçtan düşen yapraklar gibi
Bir bir anlatsam size güneşin çocuklarını
Sırt üstü yıldızları seyrederken harman yerinde
Güneş yukarda biraz gülümsemeli
Birazda kızgın hani
Çiçeği koparılmış saplar gibi ortada
Kimsesiz gözlerden uzak
Yapayalnız
Terk edilmiş
Sessiz gecelerde ölesiye uykusuz
Göz pınarları ıslak
Ağıtlar arasında uyuya kalmak.
Dışarda gürültülü
İnsan seline aldırmadan
Arıyorum sıcak sımsıcak yüreğimde
Gölgelerimi
Bıkmadan usanmadan
hamtunay -1010221418 / Atça
DOĞUM GÜNÜ
Bir sonraki doğum gününüze kadar şekle girin. Su hareket eder en iyi haliyse pırıl pırıl aktığı ve durağan olmadığı zamandır. Hayatımız boyunca hareket ettirdiğiniz bedeninde uzun süre çalışmaya devam etmesi için biraz bakıma ihtiyacı vardır. Ayrıca egzersiz yapmak mutluluk hormonu salgılamanızı sağlayacaktır. Mutluluk sizin en doğal hakkınızdır unutmayın, hatırlayın hatırlatın.
Sağlıklar dilerim – hamtunay
IŞIK
Işıklar içinde yaşayan
Karanlığı yok edensin
Ey sevgi
Sensin,
Geçmişin gölgesi geleceğini her zaman karartmaya hazır
Dolu dolu olmuş göz kapakların, Bir titrese kirpiklerin
Dökülecek inci taneleri, yerlere
Geçmişin gölgesi karartma dan geleceğini
Işıklar içinde yoğrulan karanlığını da,
Sevgin yaşatabilir için de
Kendinde kurduğun dünya yı
hamtunay - 2008221352 / Abig göleti.
BU GÜN
Şimdi bak yazıyorum şiiri
Kalemim Sende
Çok Bastırma sayfalar gibi yırtacaksın,
Kadife renkli gökyüzünü
Ayağımın altında yıldızlar
Birer ikişer sere serpe yollarda
Biraz önce yağan yağmurdan sonra
Basıyorum yıldızlara
Ayağımın altında
Nasılda uçuyor köpükler
Bulutlara
Homurdayan vapurların ağzında
Duruyor köpükleri
Bir simit kapıyor martı açarak ağzını
Uzamış çimler çiçeklerini dökmüş
İçinde bir tane sen
Saçların arasında sevgiyle açılmış
Kutu tekmeleyen çocuklar
Atmış sırtlarına boyacı sandığı
Gürültüden kaçan bir kedi
Tımanıyor ağaca
Saklanıyor yapraklar arasına
Sinsice bakıyor
Havlayan köpeklere
Süpürgesini sallayarak korkutmak isteyen çöpçü
Sallıyor kollarını
Yere tüküren çocuklara
hamtunay-1109221101 / Tandoğan
TABLO
Hemen orman kenarı
Taşların arasından yükselen ağaçlar
Sarı mavi yeşil kırmızı kahverengi
Doğanın tüm renkleri satışta
Göz alabildiğince süslü
Sanırsın kimi yaş günü kimi ise düğün telaşında
Emanet ediyorum kendimi ormandan
Mavi vatana
Düşlerim kabarıyor dalgalar boyu
Bir imbat serinliği sarıyor etrafımı
İçimi ise korku
Medet umuyorum çılgınca bağrışan martılardan
Ya sen diyorum yada ben
Kollarım havada kalıyor yelken direkleri misali
Uyanıyorum
Ne deniz var gözlerimde ne de orman
Sadece duvarda asılı tablo siyah beyaz renksiz
Hayat gibi
hamtunay - 1910220743 / Galeri
SEKSEN İKİ
Deniz şahit olmuş
Ufuklar üzerinden bakan bulutlarla beraber.
Yıldızlar,
Birer ikişer düşerken zamanlı zamansız dolduruyor meydanları
Yumak olmuş sevinç bayramında,
Kadim dostlar
Herkes biliyor bir birinin çocukluğunu gençliğini
Yarab bu ne tek yürekliliktir
Kapattığında gözlerini
Örtüyor ok olmuş kirpikleri
Göz pınarlarından akan tuzlu ılıksularda
Haydi uzatın ellerinizi
Sarın sarmalayın tüm dünyayı
Unutturulmadan barışı,
Aydınlık yarınları
Seksenikibin devri alemin sahibi
Sizsiniz siz
Yeri göğü yerinden zıplatan
Sizsiniz siz
hamtunay-1810220146/ Ilıksu- Urla
ÇOCUK
Bir çocuk evet bir çocuk kaldırımda
Elleri dizlerinde ağlamaklı başı öne eğili
Yanıbaşında yan yatmış bir bisiklet
Yerlerde sürüklenmiş gidon süslemeleri yerde dağınık
Kuşlar kalkıyor gürültüden besbelli
Üçer beşer ağaçlardan Kanat sesleri çığlıklar
Yoldan geçen bir adam uzatıyor çocuğa elini meraktan
Diz yaralı gözlerde yaş
Hafif kurumuş etrafı tozdan kirlenmiş
Silince yüzünü gözlerini
Beyaz bir mendil çekiyor cebinden
Basıyor yavaşça kanamış diz yarasına
Çocuk bakıyor adama göz ucuyla
Acıyor zâr kapatıyor göz kapaklarını,
Islanmış kirpikler altında
Bir gülümseme doğuyor güneşin akşam ışıklarında
Islık çalarak geçiyor kağıt toplayan çocuk
Süzüyor meraklı gözlerle toplanmış küçük kalabalığı
Bir kadın koşuyor çığlıklar içinde
Çaresiz
Çırpınıyor elleri dizlerinde sarıp sarmalıyor
Çocuk yeniden başlıyor ağlamaya
Gözlerindeki hafif gülümsemeyle o da sarılıyor sımsıkı kadına
Bir elde çocuk bir elde bisiklet
Kayboluyor dar sokaklarda
hamtunay - 1209221723/Samanpazarı
BALIK
Sevda kalabalıkları içindeyim
Yeni tutulmuş sazan balıklarının olduğu kırık kasalarda
Biraz iyot biraz da deniz tuzu
Çıkıyorum dışarı
Bakıyorum kendime uzaktan oradayım hâlâ
Yapa yalnız kum da yok yakamozlar da
Sadece gölgem kalmış hüzünlü
Bir iki adım derken sokaktayım
Yosun tutmuş duvarların önünde
Kırık bir iskemle üzerinde kül tablası
Çekiyorum elimi cebimden
Ucu ıslanmış cıgaramı yakıyorum
Ateş kör ya olsun yinede yakıyor işte
İçimdeki dost yangınından daha az olduğuna
Seviniyorum
Daha ne kadar yanık türkülerin esiri olacaksam
Karşı caminin üstüne tünemiş
Tüyleri kabartılmış yastık gibi duran güvercinler
Üşümüş tabi gün batımı soğuğunda
İmreniyorum onlara
Çingene felsefesini bildikleri için
Bu gün ne bulduysam yerim
Yarına Allah kerim
Duman gelmiyor cıgaramdan
Sönmüş
Bırakıyorum dudaklarımdan
Bir tepikte benden anasını satayım
Fırlatıyorum denize
Nasıl olsa biz temizliyoruz topluca
Atın doldurun anasını satayım
Temizliyor birileri nasıl olsa.
hamtunay - 1208222243 / mogan gölü
ONCA ŞEY
Gel diyemiyorum ama bekliyorum
Ve usulca fısıldadı kulağıma zaman
Aklına tükür düğümün saftiriği
Her tatlı söze kanma!
Her şey ne kadar hızlı bitiyor
Düşlerim hatıralarım yarınlarım
Yarım kalmış onca şey varken
Daha mı hızlı akıyor Zaman
Daha dün gibiydi diye
Düşünüyor insan.
hamtunay - 3010220202/ Karagöl
GÜNAYDIN
Günaydın diyorum
Hani her sabah diyoruz ya
Dostlarımıza sevdiklerinize çevremize
Bazen olmuyor
Geçmişteki yaraları kaşıdığımızda
Koca bir lokma yutmuş gibi
Kala kalıyorum öylece
Konuşamıyorum ben değil
Bunu yapan ağzım dilim
Bakamıyorum gözkapaklarım yükleniyor kirpikler le bir olup
Sadece ağlıyorum sessizce
Bekliyorum
Sestellerimin rızasını
Yüzüme vuran gün sıcaklığını hissetmiyorum bile
Sadece masadaki içki kadehi dokunuyor elime
Birde kulaklarımda uğultulu
Müzik nağmeleri
Bitip tükeniyorum
Kaşımayın yaralarımı
Ne olur hatırlatmayın bana geçmişte olduğum
Bu zor sınavı
hamtunay - 2210220635 / Yakamoz kafe / Ilıksu
GEZİ
Bir gezi düşün
Kapat gözlerini
Serbest bırak havadaki rüzgarı
Bırak alsın üzerindeki dertlerini
Gökyüzünden saman yoluna kadar
Aç kanatlarını komşu ol
Zümrüdü anka kuşuna
Aşağıda gördüğün
Yeşili sarısı karışmış ormanı dinle
Bak ne diyor sana !
Denizin köpüklü dalgalarında uçuşan martılar
Kale içinde misafir bekleyen satıcılar
Sabah serinliğinde küçülmüş gözler
Tezgahlar üzerinde
Yarı kapalı yarı açık uykulu
Taş yapılar arasından sıralı sırasız yürüyenlerin karşısına çıkıyor aniden
Beyaz kuğular kadar narin salınan tekneler
Deniz kenarında yüzlerce mızrak gökyüzüne meydan okurcasına
Sığacıkta
Açmak istiyorum gözlerimi
Tarihin ağırlığı basıyor aniden Teos antik kentte
Yüz yıllık zeytin ağaçları arasında kalan
Kör kuyudan bir asrın serinliği
Sarıyor üzerimizi
Çığlıklar yükselen arena yanında
Alkışlar antik tiyatroda
Açmak istemiyorum gözlerimi
Yaşamak istiyorum o tarihi hayalimde
İskenderin şehrinde uzun uzadıya umutla
Bir bulut kayıyor ayaklarımız altında
Sarı renkli sıcaklığı içinde
Kadim dostların mutlu olduğu
Susadık su içelim istedik çeşmede
Tarihi kalesi, müzesi Uzun uzadıya bir çarşı
Her taraf caf caflı ışıltılı
Kalabalık, varla yok arası
Arnavut kaldırımı taşlı yollar
Bu mevsimde çeşmede
Gözlerim arıyor donkişotun düşmanlarını, etrafta
İşte işte orada geçmişten kalmış
Canavarlar
Gövdesinin üzerinde kolları
Dörtbir yanda sessiz sedasız durmakta, uyumakta
Beklemekte rüzgarını, hasretle
Yatlar katlar önlerinde marina
Bir şarkı gelir aklıma geçmişten
Rum kızı mariyanın sevdası
Taş evler rengarenk boyanmış cumbalar ömründe,
Gözlerimi açmak uyanmak istiyorum
Sıralanmış dar sokaklar
Agora meyhanelerin de
Altı çarşı üstü renkli mekanlar
Roma işlemeli saksılar üzerinde ren renk çiçekler
İnsanlara bakıyor gülücükler saçarak
Hızlı adımlarla koşuyoruz adeta
Sokaklarda
Etrafta uyuyan dolaşan kediler köpekler
Doğasından koparılmış yaşantılar
Oluk oluk sevdaların buluştuğu bu yerde alaçatıda
Yüreğinin pır pır edişini duyuyorum dostlarımda
Akıyoruz sım sıcak yarınlara
Hasretle
hamtunay -2210220629 / seferhisar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)