
04 Temmuz sabahı, yorgun yürüyen bulutlar altında, cambaz ipi üzerinde duran cambazlar gibi, koyulmuşken yola, amazon kadınları gibi mağrur ve dik duran bisikletler üzerinde, şen, şakrak, mutlu ve şeker tadında ilerlerken, asfaltı erimiş yolların etrafında kurulan, karpuz tezgahındaki, satıcı çocuklar, ceplerinde saklarken kendini, kazancına bakar ışıldayan gözlerle. Kuru ekmeği bölüşen martıların çığlıkları arasında, kızgınlığını üzerimize boşaltan güneş ışınları altında, basarken ayaklar pedala, parmaklar vitese, sıkılır bilekler hızla. Kırılırken düşler akılda, bisikletler sade ve sakin yolda Seyrek kalmış ağaçlık arasından geçerken, Piknikçilerin geride bıraktıkları, artık malzeme, çöp ve şişelere, hayretle bakarak. Elinde torba, şişe ve metal içecek kutusu toplayan, bir düşkünün kirli yüzünde de belirir düşler. O günü doymuş olarak geçirmek adına. Vardığımızda gök dere ye, kurşuna dizilmiş gibi duran, martı mezarlığı yakamozlar. Serinletti bizi, girmeden suya, plastik su şişesi oluklu, küçük şelaleler, atmak geldi içimizden kendimizi serin ve berrak suya, titretirken vücudu, soğuk sular gömülmüşken boğaza kadar. Hatırlandı mangal sucuk, buğusu tüten ekmek, yükseldi dumanlar, gözleri yakarak, uzandı mis gibi kokan sucuk ekmeğe bir bir eller. Atlanınca suya hep beraber,isyan dalgaları dövdü kıyıları azar, azar hıçkırarak, çıkarken yola susturdu konuşulanları patlak lastik sesi, sinsice, bir değil, iki defa, yaklaşınca konyaaltı plajlarına, son rüzgardan kalan parfüm kokuları arasında, vedalaştık hüzünle, gönderdik dostları kara denize, yeni ufuklarda buluşmak üzere.
